Kemal Okuyan: NATO bu düzenin ilan edilmemiş kutsalıdır

Bugün Türkiye'nin NATO'ya katılışının 70.

Bugün Türkiye'nin NATO'ya katılışının 70. yıldönümü. Türkiye'nin NATO ittifakına katılmasının yıldönümünde Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan'ın soL Haber Portalı'nda konuyla ilgili bir röportajı yayımlandı.

Okuyan'ın soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

NATO hem çok tartışılan hem de hiç tartışılmayan bir konu. Kastım şu: NATO üyeliği Türkiye’deki kapitalist düzenin en belirleyici özelliklerinden biri, bu açıdan üzerinde ne kadar konuşulsa az. Türkiye solu başından itibaren bu bağlılığa karşı tavrını aldı, eleştirdi, bu ilişkinin halk düşmanı karakterini gündemde tutmaya çalıştı. Diğer taraftan düzen siyasetinin özneleri açısından konu adeta tabu muamelesi görüyor. Her şey tartışılıyor, NATO hariç. Neden böyle?

NATO’yu tartışamazlar. NATO bu düzenin ilan edilmemiş kutsalıdır. Aslında bütün NATO ülkelerinde benzer bir durum söz konusudur. NATO Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuştu. Peki bunun bugün anlamı ne? Sovyetler Birliği’nin yerine Rusya geçti, bu kadar basit mi? Bu tür bir akıl yürütme, NATO’nun sadece ve sadece ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden bir örgüt olduğu sonucuna vardırır bizi. Oysa NATO, bir sermaye örgütüdür. Sovyetler Birliği’nin artan güç ve prestijine karşı kurulmuştur ama özünde uluslararası işçi hareketine karşı bir savaş ya da terör örgütüdür. Sovyetler Birliği’ne karşıtlığın arkasında anti-komünizm ve sınıf çıkarları vardır. Dolayısıyla NATO bütün üye ülkelerin sermaye sınıfı açısından kendi egemenliklerini sürdürmenin güvencesidir. NATO üyesi ülkeleri Sovyetler doğrudan tehdit etmedi ama bu ülkelerde burjuva iktidarlar tehdit altındaydı. Bu nedenle NATO her ülkede gizli yapılanmalar kurdu, kontrgerilla örgütlenmelerine gitti. Üye ülkelerde yalnızca askeri değil sivil bürokrasiyi de kendi tezgahından geçirmek için kanallar yaratan NATO her şeyden önce bir sermaye örgütüdür. Emperyalizm içi rekabette kullanılması, ABD’nin çıkarlarına hizmet eden bir kurum olması bu gerçeği değiştirmez. İşte bu yüzden düzen partileri NATO’yu sorgulayamaz. Dünyada düzene eklemlenme sürecine giren “sol” hareketleri takip edin, ilk yaptıkları şey NATO’ya karşı söylemlerini yumuşatmaktır.

Peki bu durum, özellikle son yıllarda, kamuoyu önünde olmasa da, devletin ilgili bölümlerinde, kapalı kapılar ardında NATO’nun tartışılmadığını gösterir mi bize? ABD’nin tepesinde oturduğu emperyalist hegemonya zinciri eski gücü ve düzenliliğini kaybetmişken, bu düzenin asli organizasyonunun tartışılmaması mümkün mü?

Devlette NATO karşıtı ağırlıklı bir odak olduğunu düşünmemek gerekiyor. NATO karşısında daha pazarlıkçı odaklar var. Kimi bürokratların emeklilikten sonra NATO karşıtı kesilmesi bizi yanıltmamalı. Türkiye’de devlet aklı NATO’cudur. Kuşkusuz ülkemiz tarihinde tek tek onurlu, halkçı, yurtsever, devrimci bürokratlara tanık olunmuştur ve bundan sonra da bu örneklerle karşılaşacağız. Ancak gerçekçi olalım. Bugün ulusalcı olarak tanımlanan kesimler, meseleye sınıfsal bakmadıkları için NATO’yu ve hatta ABD’yi bir rekabet alanı olarak görüyorlar. Onlara göre Türkiye’nin sınıflarüstü ulusal çıkarları var ve dünyadaki bütün güçler o çıkarların güncel ifadeleri karşısında takındıkları tutuma göre tasnif ediliyor. Bugün NATO Yunanistan ile ihtilaflı başlıklarda “Türk tezi”ne yakın dursa, bunların hepsi NATO ve ABD karşıtlıklarını rafa kaldırır. Sınıfsal bakmadan tutarlı bir anti emperyalist konumlanış mümkün değildir.

Öyleyse Türkiye kapitalizminin patronları (hem sermaye, hem bürokrasi anlamında) nereye kadar, neyi tartışabilirler?

Aslında tartıştıkları, Türkiye’nin emperyalist sistemde nasıl daha güçlü bir yer tutacağı, buna giden yollardır. Burada iki mesele birbirine karıştırılmamalı. Türkiye’nin ABD’nin ittifak sisteminden biraz uzaklaşması, Türkiye’nin emperyalist sistemden uzaklaşması anlamına gelmez. Bugün emperyalist dünya sisteminin dışına ancak köklü bir devrimci altüst oluşla ve üretim araçlarında özel mülkiyete son verme iddiasındaki bir iktidarla çıkabilirsiniz. Emperyalizmi ABD ile özdeşleştirmek, emperyalizmi zerre anlamamak demektir. ABD hâlâ en tehlikeli ve saldırgan emperyalist ülkedir. Bununla birlikte sistem içinde büyük bir mücadele sürmektedir. Bu bir hegemonya mücadelesidir ve dünyamızın istikrarsızlık ve savaş tehdidi ile karşı karşıya kalmasının nedenidir. Şu anda Türkiye’de ABD ve Avrupa ile ilişkilerin yeniden tarif edileceği bir süreç, bir tartışma yaşanıyor. Türkiye’nin devrim olmadan ABD’den bütünüyle kopması sıfır olasılıktır. Bu ülke havada asılı duramaz. Türkiye’nin yükünü Rusya taşıyamaz, Moskova’dakilerin böyle bir niyeti de yok zaten. Türkiye’de patronlar, ABD ve AB ile ilişkilerdeki sorunların azaltılmasını ama çok yönlü bir dış politikanın geliştirilmesini istiyorlar. Gidişat o yönde olacaktır. Ta ki, işçi sınıfı bu asalakları sırtından atıncaya kadar. Türkiye’de devrim olacak ve ülkemiz bağımsız ve egemen bir ülke olacak. Bu kadar basit.

Son zamanlardaki tartışmalara gelmeden önce AKP iktidarının NATO’yla ilişkisine dair bir genel çerçeve çizebilir misiniz? Çok uzun ve siyaset tarihimiz açısından da fırtınası bol, sert bir dönem oldu. Son 20 yılda birçok şeyin değiştiğini düşünürsek, siz AKP iktidarı döneminde Türkiye-NATO ilişkilerinde, geçmişle kıyaslandığında, ne görüyorsunuz?

Buradaki özgünlük AKP’den değil NATO’dan kaynaklanıyor aslında. NATO, ABD’nin hegemonyası sarsıldıkça hem ortak strateji belirlemekte zorlanıyor hem de içindeki çelişkiler yoğunlaşıyor. Dediğim gibi hiç tartışmayacakları sermaye egemenliği, kapitalizmin devam etmesidir. Bunun dışında NATO son 30 yılda çok çalkantılı bir dönem geçiriyor ve bu gayet doğal. AKP yıllarında Türkiye’nin NATO ile ilişkilerindeki en önemli yenilik, Erdoğan ve arkadaşlarının NATO yönetiminde rahatsızlık yaratan her şeyden kurtulmaya çalışmalarıdır. Bir yandan da AKP’nin NATO’yu baypas ederek ABD ile Arap coğrafyasında ortak hareket ettiği bir dönem var. Burada topyekun bir başarısızlık olmadı belki ama AKP ve Türkiye kapitalizminin sınırları ortaya çıktı. İşte bu noktada NATO içinde de Türkiye ile gerilimler arttı. Ancak yine de AKP’nin NATO konusunda her zaman özenli davrandığını söyleyebiliriz. NATO bürokrasisi de, siyasal dışavurumculukla hareket eden demagog AB ülke yönetimlerinin tersine AKP ile ilişkilerde son derece gerçekçi ve yapıcı olageldi. Bu anlamda ben AKP döneminde NATO ile ilişkilerin özel olarak sorunlu olduğunu düşünmüyorum. Fethullahçı kadroların tukaka ilan edildiği dönem kaçınılmaz boşluklar oldu Türkiye’nin NATO’daki varlığında ama Hulusi Akar ve arkadaşlarının bu sorunu çözdükleri görülüyor.

Aslında bunların teorik tartışmalar olmadığı, hayati ve yakıcı konular olduğu Ukrayna gündemiyle bugünlerde bir kez daha anlaşıldı. Türkiye’nin buradaki pozisyonuna gelmeden önce, ABD, öncelikli tehdit olarak uzun süredir Çin’i göstermesine rağmen neden Rusya ile böyle bir gerginlik yaşanıyor? Hatta son günlerdeki açıklamalar gerginlikten fazlası olduğunu gösteriyor.

Biden’ın Rusya için iyi bir seçenek olmadığı biliniyordu. Rus “resmi” medyası bayağı Trumpçılık yaptı ABD seçimleri sırasında. Ne olursa olsun, bizim ısrarla söylediğimiz bir şey vardı, Biden kimilerinin büyük bir ahmaklıkla iddia ettiği gibi kötünün iyisi filan değildi, birçok açıdan daha savaşçı, daha saldırgan bir ekolden geliyordu. ABD emperyalizminin stratejisi Çin ve Rusya’yı birbirinden koparmak. Ama yalnız bu değil. ABD Avrupa’yı Rusya’dan uzak tutmak gibi bir derde de sahip. Bunlar kolay değil. ABD ittifaklar sistemini korumak için büyük çaba harcıyor. Ukrayna meselesinde Rusya’yla gerilimi artırmak, Almanya ve Fransa’nın Rusya siyasetinde özgür davranmalarının önüne geçmek için de gerekiyordu. Ayrıca ABD, askeri ve ekonomik baskıdan yılan Rusya’nın bazı kırmızı çizgilerden vazgeçmeksizin ABD ile anlaşmaya hazır olduğunu biliyor. Bu da Çin ile Rusya’nın arasını açma hedefi ile uyumlu. Ancak her şey bir günde olacak diye bir şey yok. Bu bir gerilim ve en önemlisi ABD eski gücünde değil.

Sıcak bir çatışma ihtimali görüyor musunuz? Çünkü konu, tarafların beklentilerine bakılacak olursa, kilitlenmiş görünüyor…

Sıcak bir çatışma zaten var. Doğrudan Rusya ile NATO’nun karşı karşıya gelmesi ise şu an için düşük bir olasılık olsa bile, mümkündür. Emperyalist dünya savaş üretiyor. Ve aynı zamanda bazı koşullar denk geldiğinde tarafların öznel kararı olmaksızın savaş patlayabilir. Bu nedenle savaş tehlikesi elbette var. Ama bana soracak olursanız, henüz Rusya ile NATO arasında kapsamlı bir çatışma için koşullar uygun değil.

Peki Türkiye? Bir NATO üyesi olarak, ama aynı zamanda Rusya’yla iyi geçinmeye mahkum bir ülke olarak, ne yapabilir?

Türkiye tercih yapmıyor, zaten NATO’nun içinde. Ancak şu anda hala manevra alanı olduğunu, tarafların gerilimi yönettiğini bildiğinden AKP de rol kapmaya çalışıyor. Ancak dikkatle bakıldığında Türkiye Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtan, cesaretlendiren ülkelerden biri. Rusya’nın buna karşı yapabileceği pek bir şey yok. Türkiye’nin Rusya’ya karşı açıktan daha sert ve gerilim üreten bir koordinata yerleşmemesi için çok özenli davranıyorlar. Ancak bir çatışma durumunda Türkiye (AKP olsun olmasın) NATO’da savaş tamtamlarını en çok çalan ülke olacaktır.

Tekrar iç siyasete dönecek olursak, özellikle son aylarda, Batı basınında Erdoğan iktidarının geleceği hakkındaki senaryolar üzerine yazılan yazılarda, NATO hatırlatmalarının tekrar gündeme geldiğini görüyoruz. Erdoğan’ın kuyruğu dik tutma açıklamalarına Hulusi Akar’ın, İbrahim Kalın’ın “mevkidaşlarıyla” görüşmelerinin eşlik etmesine çok sık denk gelir olduk. İktidar içinde bir rol paylaşımı mı var, yoksa Erdoğan da kendini güvenceye alacak bir geçiş için bu isimleri mi elçi tayin etti? Ya da daha faklı senaryolar mı söz konusu? Mevcut iktidarın NATO-batı ilişkileriyle ilgili ne görüyorsunuz?

Dış politikada bugün Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun ağırlığı pek yok. Hulusi Akar ve İbrahim Kalın kritik bütün başlıkları belirliyorlar. Bunu Erdoğan’a rağmen yaptıklarını söylemiyorum. Ama Erdoğan’ın bu durumu kabullendiğini, başka çaresi kalmadığını düşünüyorum. Akar ve Kalın NATO açısından güvenilir isimler ve AKP’den çok Türkiye’yi önemsemeye başlayan batılı emperyalist merkezler için olası bir geçiş döneminin en büyük güvenceleri. Ben bu iki ismin de AKP dönemi biterse Türkiye’nin gündeminden düşeceğine açıkçası inanmıyorum.

Aslında Erdoğan’ın, zor görünse de, iktidarını korumasının tek yolu Batı’yla ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilmesinden geçiyor. Ekonomi için gerekli kaynağı da ancak buradan bulabilir. Muhalefet de bunun farkında ama o konuya hiç girmeyi tercih etmediğini görüyoruz. Muhalefetin bu konuda bir stratejisi var mı? Varsa ne üzerine kurulu sizce?

Hem AKP hem muhalefet ABD, Avrupa Birliği ve Türkiye burjuvazisinin teveccühünü kazanma derdinde. Bunun için yarışıyorlar. AKP burada bir toparlanma olmaksızın devam edemez. Ve bu yolda bazı adımlar atıldı. Öte yandan bazı adımlar geç kalındığı için boşa çıkıyor. Bir de tarihi bir krizle karşı karşıya AKP. Halkta büyük bir hoşnutsuzluk var. Aslında bu durum hem iktidarı hem muhalefeti hazırlıksız yakaladı. Her ikisi de sermaye düzeninin hakimlerini tavlamak üzere hareket ediyordu. Şimdi hesapta olmayan bir aktör, emekçi halk sesini yükseltiyor. Bu onlar için hiç iyi olmadı. Çünkü halk o kadar öfkeli ki, patronları memnun etmek için atılan her adım onları siyaseten vuruyor. Bugün CHP başta olmak üzere muhalefet partileri halkın bir an önce susmasını bekliyor. Çünkü onların ufkunu aşan bir toplumsal tepki var.


Kaynak: (BHA) - Beyaz Haber Ajansı

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri