Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, 2020 yılına dair değerlendirmelerde bulunurken 2021 yılı için öngörülerini ve KOBİ’lerin yaşadıkları sorunlara yönelik çözüm önerilerini paylaştı. Kovid 19 pandemisinin ve kur-faiz-enflasyon sarmalının başta KOBİ’ler olmak üzere tüm iş dünyasını etkilediğini söyleyen Turan, “Dünyada ve ülkemizde 2020 yılı çok çetin geçti. 2021 yılının ilk altı ayında da bunun izlerini göreceğiz. Ev ödevlerimizi eksiksiz yerine getirdiğimiz takdirde ikinci yarıdan itibaren bir hareketlenme yaşayacağımızı düşünüyorum. Bu durumu göz önünde bulundurarak ‘Önce Küçüğü Düşünmeli’, KOBİ’lere yönelik adımlar atmalıyız” diye konuştu.
Kovid 19 süreci ile birlikte küresel tedarik zincirinde de ciddi değişimler yaşandığını hatırlatan Turan, “Son aylarda tedarikte sıkıntılar yaşanmaya başladı. Tedarikteki sorunlarla birlikte fiyat artışı da yaşanıyor. Bu da ülkemizin en önemli sorunu enflasyon üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Ülkemizin bu dönemi doğru ve etkin bir yol haritası ile yeni rekabet senaryolarını da göz önüne alarak planlaması gerekiyor. Operasyonel hız kadar ölçek ekonomisine de odaklanırsak üretim ve tedarik üssü olabiliriz çünkü Almanya’nın doğusu ile Çin’in batısı arasında kalan bölgede Türkiye ile üretimde ve tedarik zincirinde rekabet edecek bir başka ülke yok” dedi.
Kredi maliyetlerinin düşüklüğü ve bolluğu nedeniyle 2020 yılında bir genişleme yaşandığını ifade eden Turan, 2021 yılında kredi maliyetlerindeki artışın, özellikle KOBİ’lerde, nakit akışı ve finansmana erişimde sıkıntılar yaratma potansiyelinin yüksek olduğuna dikkat çekti.
TÜRKONFED Başkanı Orhan Turan, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Kırılganlıkların derinleşmesini önlemek için kurda stabilite sağlanmalı”
Ekim ve Kasım ayı göstergeleri, üçüncü çeyreğin ardından dördüncü çeyrekte de toparlanma sürecinin devam ettiğini gösteriyor, mevcut veriler bu yıl ekonomik daralma yaşanmayacağını gösteriyor. Diğer taraftan bu büyümenin kredi kanalıyla oluşması, talep kaynaklı enflasyonu ve ithalat artışı kanalıyla da cari açığımızı olumsuz etkiliyor. Bununla birlikte iş gücü piyasasına yeni girenlerin, özellikle de gençlerin işsizlik oranı hızla yükseliyor.
Kurda yaşadığımız dalgalanmalar, rezervlerdeki düşüş ve negatif reel faiz, ekonomi üzerindeki kırılganlıkları artırdı. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi ile birlikte maliyetlerin artması, işletmelerin öngörülerini sağlıklı bir biçimde yapmalarını engelliyor. Kurda stabilitenin sağlanması, ekonomimizin, özellikle KOBİ'lerimizin kırılganlıklarının derinleşmemesi için önem taşıyor. KOBİ’ler ekonominin en kırılgan yapı taşı. Kovid 19 gibi salgınların yanı sıra her türlü belirsizlik, ekonomik kriz ve afet, bulundukları sektöre göre farklı düzeyde olmakla birlikte, büyük ölçüde KOBİ’leri etkiliyor.
“Yeşil Mutabakata uyum süreci KOBİ’ler için fırsat olabilir”
Firmalarımızın finansmana erişim, nakit akışı ve vergi ile SGK gibi ödemelerinde yaşadığı sorunlar pandemi ile artış gösterdi. Bazı borçların ötelenmesine dair düzenlemeler işletmelerimiz üzerinde can suyu etkisi yaratsa da ekonomik aktivitelerde istenen düzeye henüz ulaşabilmiş değiliz. Türkiye nakit desteği gibi harcamalar ile vergi indirimleri kapsamında geri ödenmemek üzere yapılan yardımlarda son sıralarda bulunuyor. Mikro ve küçük ölçekli firmalarımıza geri ödemesiz desteklerin sunulması önemli. Düşük verimlilik, uluslararası piyasalarda düşük rekabet gücü ve kayıt dışılık gibi yapısal sorunlar ile başta dijitalleşme ve finansal okuryazarlık olmak üzere eğitime yönelik konulara da odaklanmalıyız. Bu sorunların çözülebilmesi için koruyucu, geliştirici ve sürdürülebilir bir KOBİ politikasının oluşturulması büyük önem taşıyor.
Diğer taraftan çevre politikaları, KOBİ’ler üzerine baskıları beraberinde getirmenin yanında aynı zamanda fırsatlar da sunuyor. KOBİ'ler, yenilikçi kapasiteleri ve motivasyonları sayesinde bu fırsatlardan yararlanarak hem istihdam yaratmak hem de katma değer sağlamak için itici güç olma potansiyeline sahip. “Yeşil Mutabakat”a uyum sürecinde KOBİ’ler kapsamında öne çıkan kaynak verimliliği, yeşil dönüşüm için önemli bir kanal. Kaynak verimliliğini sağlamak için farklı sektörlerde döngüsel iş modellerinin oluşturulması ve yeni teknolojilerin adaptasyonu gerekiyor. Bu kapsamda ülkemizin ekonomik gelişimi ve büyümesi desteklenirken iklim hedefleriyle de uyumlu bir stratejinin teşvik edilmesi önem taşıyor.
“Kurumlarımızı ve demokrasimizi güçlendirecek her adım ekonomimizi de güçlendirir”
Maliye politikası, tüketim odaklı kısa dönemli çözümler sunmaktan ziyade büyüme potansiyelini artırıcı, kapsayıcı ve şeffaf olmalı. Uzun dönemli büyüme hedefi ancak üretim odaklı politikalarla mümkün. Maliye politikalarının, ekonominin yapısal sorunu olan düşük verimlilik odağında çerçevelenmesi ve kredilerin, ölçülebilir doğru hedeflerle verilmesi; üretimi, yatırımı, istihdamı, kısacası kapsayıcı bir şekilde ekonomiyi teşvik etmesi gerekiyor.
Finansal istikrarı sağlamanın birincil koşulu; bağımsız, güçlü kurumların varlığıdır. Güçlü bir ekonominin temelini güçlü kurumlar oluşturur ve bir ülkenin kurumları gücünü demokrasiden alır. Kurumlarımızı ve demokrasimizi güçlendirecek her adım ekonomimizi güçlendirecek, finansal istikrara katkı yapacaktır. Kurumlarımızın bağımsızlığının yanında liyakate dayalı, şeffaf ve hesap verir bir yönetim anlayışı bağışıklık sistemimizi güçlendirecektir.
“Toplam faktör verimliliğine odaklanarak katma değeri yüksek bir ekonomiye geçmeliyiz”
Türkiye’nin yeni hikayesi ve yeni yolu üretim ekonomisinden geçiyor. Markalı, yüksek katma değerli üretim ve yüksek katma değerli ihracatı önceliklendiren, sanayi odaklı bir ekonomik modele ihtiyacımız var. Yeni hikâyenin öznesinin hukuk devleti, bağımsız kurumlar, yüksek teknoloji kullanımı ve üretimi ile sürdürülebilir verimlilik temelli politikalar oluşturmalı. Yatırım ortamını iyileştirmek ve güven iklimini yaratmak zorundayız. Bunun için güven veren bir para ve maliye politikasına, ekonominin yapısal dönüşümüne ve ulaşılacak gerçekçi hedefler ile bir yol haritasına ihtiyacımız var. Riskleri ve krizleri, ekonomik ve demokratik reform kalkanı ile dayanıklılığımızı geliştirerek yönetebiliriz. Toplam faktör verimliliğine odaklanarak katma değeri yüksek bir ekonomiye geçmek için “Orta Gelir, Orta Demokrasi ve Orta Eğitim” tuzaklarından bir an önce kurtulmalıyız.
“Enerji Verimliliği Seferberliğini acil olarak başlatmalıyız”
Günümüzde doğal ve çevresel kaynakların sürdürülebilirliği her zamankinden daha önemli bir hale geldi. Artık daha akıllı, daha temiz ve daha verimli enerji teknolojileri ile yenilenebilir enerji kaynaklarının öne çıkacağı yepyeni bir dönem başlıyor. Döngüsel ekonomi, sıfır karbon salımı, AB Yeşil Mutabakatı; daha sağlıklı bir hayat ve şirketlerin daha yenilikçi olması için yaşam, çalışma, üretim ve tüketim alışkanlıklarımızı nasıl dönüştüreceğimizi gösteriyor. Kentlerimizi güvenli, erişilebilir ve enerji verimli yaşam alanları ile donatmak, güneş, rüzgâr ve termal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmak, daha akıllı ve daha verimli bir sanayiyi planlamak, en önemlisi de çevresel değer yaratacak teknolojik çözümleri uygulamak önceliğimiz olmalı.
Ülkemiz sanayisinde en önemli maliyeti enerji kalemi oluşturuyor. ABD ve AB’ye göre hem pahalı hem de kalitesiz enerji kullanıyoruz ve bu durum, enerji girdisi yüksek sektörlerimizin ihracatını, dolayısıyla ülkemizin rekabetçiliğini olumsuz etkiliyor. Sanayinin kullandığı enerjinin rekabetçi fiyat ve kaliteye getirilmesi gerekiyor.
Ülkemizin sürdürülebilir kalkınması, kaliteli büyümesi ve toplumsal refah artışı için topyekûn bir “Enerji Verimliliği Seferberliği”nin acil olarak başlatılması önem kazanıyor. Sürdürülebilir bir gelecek için enerji verimliliğinin şart olduğuna inanıyoruz.